KASIMARALIK2023 Zekeriya Şimşek
Bir Vefasızlık Örneği: Yıldırım Önal
Bir Vefasızlık Örneği: Yıldırım Önal Yıl 1972 ya da 73, İzmir Merkez Çimentepe İlkokulu öğrencisiyim. Sınıf olarak Vatan Yahut Silistre (1969 yapımı, yönetmen Duygu Sağıroğlu) filmine gittik. Magosa zindanlarında çürüyen Namık Kemal’i canlandıran Yıldırım Önal’ın kendine özgü konuşma üslûbu ve etkileyici davudî sesiyle bütünleştirdiği karakter oyunculuğunun etkisiyle istisnasız salondaki herkes ağlıyorduk. Yıldırım Önal, 1953’te Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünü bitirir ve aynı yıl Devlet Tiyatroları’nda oynamaya başlar. 1963’e kadar on yıl; Schiller’den (Maria Stuart, 1953) Reşat Nuri’ye (Tanrıdağı Ziyafeti, 1954), Turgut Özakman’dan (Güneşte On Kişi, 1954) Cevat Fehmi’ye (Harput’ta Bir Amerikalı, 1955), W.Shakespeare’den (On İkinci Gece, 1955) Tennessee Williams’a (Arzu Tramvayı, 1960) birçok oyunda rol alır. Özel tiyatrolarda çalışır; Arena Tiyatrosu’nda Bernard Shaw (Sezar ve Kleopatra, 1963) oyunuyla İlhan İskender Armağanı’na değer bulunur. Ertuğrul Anadol’la kurdukları Tiyatrom Topluluğu’yla Edmund Morris’i (Tahta Çanaklar) oynayarak Türkiye turu yapar. 1964, sinemayla tanışır ve tiyatrodan kopar. Melodram sinemamızın “karakter yüzü” olur, ki başrol oynadığı filmler dâhil filmin “esas oğlanı” olarak etiketlenmez hiç. 1964-1982 yılları arası beşi seslendirme biri televizyon dizisi (Fotoğraftakiler) olmak üzere elli bir filmden oluşan Yıldırım Önal Sineması’nın odağı, melodramdır. Melodram-Yıldırım Önal ikilisi, çeyrek yüzyıl sinemamıza can suyu olarak Yeşilçam da karşılık bulurken seyirciden tam destek görür. Yıldırım Önal bu dönemin “star”ıdır. Gerçekliğin ağlak perspektifinde Yıldırım Önal Sineması kime ne fayda sağlamıştır derseniz, özetle; toplumsal çürümenin yüzeysel eleştirisi ve arabesk müzik ekolünün tamamlayıcı unsuru olarak kendi seyircisini yaratmış; dönemin Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses filmleriyle birlikte “salon-balkon full” dedikleri türden sinemamıza altın çağını yaşatmıştır. Popüler sinemanın ticarî öğelerinden biri olarak melodram, acı ve aksiyon içerikli dramatik öykülemedir. İhanet, intikam ve cinayet sarmalında hayaller ve hayal kırıklıkları yoğundur. Entelektüel çevre için tu kakadır, zekâya değil kalbe hitap eder. Melodramın sinemamızı tam anlamıyla ele geçirdiği yıllar Yıldırım Önal Sineması’yla bire bir örtüşür. 1960-1995 yılları arası seyirciyi gözyaşlarına boğan melodram, Türk sinema tarihinde yerini alırken Yıldırım Önal’ı da heybesinde götürmüştür. Kitleleri sinema salonlarında esir eden, servis ettiği “acıdan zevk alma” ve “çile çekme” soslarıyla bir sınama ve Tanrısal ceza olarak toplumda karşılık bulan melodramın; “modern”i içselleştirme dönem olgusu işlevselliğiyle en belirgin özelliği, çatışmaları ve zıtlıkları aşırılıklarla harmanlayıp ahlaki değerler terazisiyle sunmasıdır. Karşıtlıklardan beslenen bu yapının temel değişkenleri; iyi/kötü, zengin/yoksul, hastalık/sağlık ve şehirli/köylüdür. İyinin, yoksulun, hastanın ve köylünün yeri Cennet’tir, bu dünya onlara göre değildir. Yapının fenomenleri; şeref ve kirlenen namus’tur. “Ah şu tesadüfler” dedirtmek melodramın olmazsa olmaz karakteristiğidir. Yıldırım Önal’ın kendine özgü konuşma üslubu ve etkileyici davudî sesiyle bütünleştirdiği karakter oyunculuğu, bu paradoksal kurguda seyirciyi avucunun içine almanın garantisi olarak önemlidir. Yani sinemamız, Yıldırım Önal’a borçludur. Buradaki tuhaflık, ağırlıklı olarak kadın seyirciye hitap eden melodram sinemasının lokomotif değeri olarak Yıldırım Önal’ın, spekülatif bir kadın hayran kitlesine sahip ol(a)mamışlığıdır. Pek çok filmde canlandırdığı karakteri, gerçek hayattaki “alkolik ben”le özdeşleştiren Yıldırım Önal, sanki günlük hayatından bir tutarlılık bilinciyle/aktarımıyla kendinden intikam almaktadır. Tuhaftır ki senaryosunu yazıp başrolünde oynadığı Dinmeyen Sızı (1972 yapımı, yönetmen Nejat Saydam) filmiyle 10. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “en iyi yardımcı erkek oyuncu” seçilir (1973). Yaşamının son yıllarında yaşadığı ekonomik ve ruhsal bunalımların etkisiyle kazandığı Altın Portakal Ödülü’nü mahalle bakkalına rehin bırakır; bakkal, ölümünden sonra ödülü kızına geri verecektir. Bu olayın anısına, 1999’dan beri her yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde bir sinema emekçisine “Yıldırım Önal Anı Ödülü” verilmektedir. Tek çocuğu kızı Ayça (1954-1998) babasının ölümünden altı yıl sonra vefat eder. Kızının annesinin (eşinin) kimliği ise bir sırdır; tüm araştırmalarıma rağmen kızının annesinin kim olduğunu öğrenemedim ne yazık ki! Yıldırım Önal, Yılmaz Güney’le sinema yapmış, Zavallılar’da Yılmaz Güney’le başrolü paylaşmışsa da bir sinema ustasından çok “melodram figürü” olarak seyircinin hafızasında yer etmiştir. Kötü adam ne kadar başarılıysa film de o kadar başarılıdır. Bu en önemli kuraldır, diyen Alfred Hitchcock’un ifadesine dâhildir ama kötü adam değildir. Oynadığı her filmin gişe başarısına, kendine özgü ruhsal durum ve davranışlarını oynadığı rolle bütünleştirerek damgasını vurmuştur. Yıldırım Önal Sineması üzerine pek kalem oynatılmayışının sebeplerini melodramın düşünsel değil duygusal boyutta yoğunlaşan sinema dilinde aramak gerekecektir. Melodram, insan zihninin uçsuz bucaksız hayal dünyasını cendereye hapseden bir sinema anlayışıdır. Hangi açıdan bakarsak bakalım, nasıl yorumlarsak yorumlayalım, bir duygu bataklığıdır. Değişmeyen bir senaryo, muhtelif oyuncu kadrolarıyla değiş-tokuş edilmekte; başroller değişirken “acı”yı servis eden karakter pek değişmemektedir. Melodram, sinema seyircisine soru soran, onu sorgulamaya ve düşünmeye iten bir yap-boz olmadığından film süresi içinde akıtılan gözyaşlarıyla müşterisi bol bir çerezdir. Seyirciyi yormaz sadece üzer. Bir filmi; oyuncuları, olay örgüsü, olayın geçtiği zaman ve mekânla ilişkiler ağı bütünlüğünde değerlendirebiliriz. Melodramda bunların hiçbiri yoktur. Olan Yıldırım Önal’a olmuştur: Sükût sanatı olan sinema, söz sanatı olan tiyatronun bozulmuş bir şekli değil, hatta cinsinden bile değildir. Ne iskemlesi üzerinde neşesinden kıvranan şu herifin kahkahası, ne de locasının loşluğunda badem biçimindeki gözlerinden altın gibi parlak damlalar akıtan şu güzel kadının üzüntüsü sinemaya soy itibariyle taşımadığı asaleti vermeye yetmez. O herifin kahkahası, karnı gibi gelişmiş bir başı olmadığını ve altın gibi parlak gözyaşları da güzel kadın olmanın ahmak olmaya hiç de mâni olmadığını gösteren basit birer delildir. İronik ve iddialı bir Ahmet Hâşim tespiti. Bir tiyatro sanatçısının melodramla alkolün arasında sıkışıp yiten ömrüne ayna tutar gibi… 1931’de açılan parantez 1982’de kapanır. Kapanır kapanmasına da, aradaki “tire”nin içindekiler bir melodram sanatçısının dramıdır. 20 Ekim’de İzmir’den merhaba dediği hayata 10 Ekim’de beyin kanaması sonucu yine İzmir’de veda ederken hepi topu elli bir yıllık bir ömrün sahibidir. Sanatçılığın, yetenek ve birikimin yanında İstanbul’da ikamet etmek üzerinden şekillendiği ülkemizde, bilinçli seçim ya da mecburi istikamet olarak birçok sanatçının, yazarın/şairin yaşamöyküsünde bir istisna olarak önemli bir yer tutar İzmir’i mesken tutmak. Yıldırım Önal için İzmir, onun moral şehridir; uzun yıllar İzmir/Göztepe’de oturur, Göztepe’nin efsane topçularından Halil Kiraz’ın babasının kasap dükkânının arka kısmında kurdurduğu çilingir sofrasında sık sık dostlarıyla birlikte olur. Defalarca alkol tedavisi alır… Yıldırım Önal’ın İzmir’i, kişisel tarihinde ilk ve son durak olarak yazılıdır. Yüzü, yalnızlığın anayurdu, İzmir yalnızlıktan saklandığı yerdir. Balçova Eski Mezarlığı’na defnedilir. Güzel sanatların bir dalı olduğu kadar kitle iletişim aracı boyutuyla da önemini dönüştüren sinema, kitap gibi pabucunun dama atılacağını söyleyenleri mahcup ederek tavizsiz “salon seyircisi” ile ilelebet yaşayacaktır. Sinemayı internet platformlarından film izlemeye indirgemek, sinemayı bize armağan eden teknolojinin onu elimizden almasına tepkisizlik bağlamında Yıldırım Önal’lık bir melodram öğesi olarak seyirlik değil midir? Oysaki Yeşilçam, seyircisine her daim “neşe” vadetmemiştir; çokça lay lay lom, bazen melodram! Yıldırım Önal’ın sinematografisi, melodram sinemamızın arşividir: Yıldırım Önal’dan Önce, Yıldırım Önal’dan Sonra. Sinema sanatçısı, rolüyle seslenir dünyaya. Bu sesleniş, senaristin ya da yönetmenin kurguladığı dünyanın bir tık ilerisinde bir yerdir ve orada bırakır sizi; seyirci aradığını buldu buldu, yoksa kıyamettir! Melodram sinemasında oyuncunun kalitesi “aradığını buldurma”nın anahtarıdır. Melodram sinemasının tematik zorunluluğu/tercihi, “acı”nın çeşitliliği, bunların ustalıkla kendi doğallığı ve anlam yüzeyselliği içinde kullanılması; anlatım zenginliğinden çok oyuncuların kalitesiyle ilişkilidir. Müthiş bir “rol işçisi” olarak son derece başarılı olan Yıldırım Önal, Türk Sineması’nın hakkı teslim edilmemiş emekçilerindendir. İzmirliler unutsa da Türk Sinema Tarihi’nde adı, ölümsüz bir karakter olarak yaşayacaktır.